Benim için akademik hayat önde geliyor

TOD genel başkanı ve hacettepe üniversitesi tıp fakültesi göz hastalıkları ana bilim dalı başkanı prof. Dr. M. Bora eldem, tam gün yasası’nın yürürlüğe girmesinin ardından yasal süre devam ederken, hiç düşünmeden akademisyenlik görevini sürdürme kararı alarak muayenehanesini kapatmış. Prof. Dr. M. Bora eldem bu kararını “benim için, akademik hayat önde geliyor” diyerek ifade ediyor.

Prof. Dr. M. Bora Eldem Türkiye ve dünya oftalmolojisinin önde gelen isimlerden biri. Dünyada retina endüstrisine ait birçok kuruluşun danışma kurulu üyeliğini üstlenen ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı olan Prof. Dr. Eldem, aynı zamanda Türk Oftalmoloji Derneği’nin de yeni Genel Başkanı. Prof. Dr. Eldem, Tam Gün Yasası’nın yürürlüğe girmesinin ardından akademisyenlik görevini sürdürme kararını; “Benim için, akademik hayat önde geliyor. Ben ders vermeyi, eğitim faaliyetlerine katılmayı, yayın yapmayı, bilimsel araştırmalarda yer almayı daha çok seviyorum ve yaşantım bunun üzerine kurulu diyebilirim” şeklinde ifade ediyor.

Öncelikle, kısaca akademik özgeçmişinizden bahseder misiniz?

1955 doğumluyum. Orta ve Lise öğrenimimi TED Ankara Koleji’nde yaptım. Daha sonra, 1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdim. 1979 yılında mezun olduktan sonra, aynı hastanede göz asistanlığına başladım. 1983 yılında göz ihtisasımı bitirdim. 18 ay Ankara Mevki Hastanesi’nde askerlik görevimi yaptım. SSK Ulus Hastanesi’nde iki yıl mecburi hizmetimi tamamladım. 1987-1988 yılları arasında ve 1993’de, Londra’da Moorfields Göz Hastanesi’nde retina fellowluğu yaptım. 1988 yılında Hacettepe Göz Kliniği’ne Yrd. Doçent olarak girdim. 1990 yılında doçent, 1996 yılında, profesör oldum. 1997 yılından itibaren yarı zamanlı olarak muayenehane işlettim. 2014 yılı itibariyle de muayenehanemi kapayarak tam zamanlı öğretim üyeliğine başladım. 27 Ocak’tan itibaren de Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığı’nı sürdürüyorum.

“Uluslararası bİlİmsel çalışmalarda daha erken dönemlerde yer alınmaması tek eksİğİmİz. Bu kapsamda, faz 1-2 çalışmalarında da çok fazla yer alamıyoruz. Daha çok faz 3-4 nİtelİğİndekİ araştırmalarda bulunuyoruz. Uluslararası bİlİmsel çalışmalara daha çok ağırlık vermemİz gerekİyor.”

Muayenehanenizi kapatmanız zor olmadı mı?

Çok zor oldu ama 18 Ocak’ta çıkan yasa gereği bize üniversite ve serbest meslek arasında bir tercih şartı öne sürüldü. 18 Nisan’a kadar karar verme sürem olsa da ben bu kararı daha öncesinde verdim. Ocak itibarıyla tam zamanlı öğretim üyeliğine döndüm. Benim için, akademik hayat önde geliyor. Ben ders vermeyi, eğitim faaliyetlerine katılmayı, yayın yapmayı, bilimsel araştırmalarda yer almayı daha çok seviyorum ve yaşantım bunun üzerine kurulu diyebilirim.

Eşiniz de akademisyen değil mi?

Eşim, Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasotik Biyoteknoloji Anabilim Dalı Başkanı. İkimizde akademik hayattayız. Toplantılar nedeniyle ikimiz de çok seyahat ettiğimizden dolayı, görüştüğümüzde birbirimize destek oluyoruz. Kızım da radyoloji uzmanı. O da Hacettepe Üniversitesi’nde ihtisas yaptı. Ardından mecburi hizmetini bitirerek, Hacettepe Radyoloji Ana Bilim Dalı’nda uzman olarak göreve başladı. Ailemiz içerisinde bütünüyle akademik hayatın izleri var. Bu doğrultuda, sürekli okuyoruz, bilgisayar başında vakit geçiriyoruz, konuşma hazırlıyoruz. Mümkün oldukça da birbirimize destek olmaya çalışıyoruz.

Nasıl bir eş ve babasınız? Siz kendinizi bu anlamda nasıl tanımlarsınız?

Eşimle 1980 yılında evlendim. 34 yıldır evli olduğumuza göre birbirimizden memnunuz. Tek çocuğumuz olan kızımız Gonca, her şeyimiz. İyi bir baba olduğumu düşünüyorum. Bütün aile aynı çatı altında yaşıyoruz, evimi ihmal etmem.

Çok sık seyahat ediyorsunuz? Bu durum sizi ne yönde etkiliyor?

Seyahat etmeyi seviyorum ama çok fazla seyahat ettiğim için artık yorulmaya başladığımı söyleyebilirim. Yurt dışı oftalmoloji cemiyetlerinden, uluslararası endüstri temsilcilerinden yurt dışındaki kuruluşlardan çok davet alıyorum. Dünya çapında retinayla ilgili endüstrinin birçoğunun uluslararası danışma kurulu üyesiyim, onların kurul toplantılarına katılıyorum. Retinayla ilgili birçok bilimsel toplantıda, davetli konuşmacı olarak yer alıyorum. Bu yüzden, çok seyahat ediyorum. Seyahat güzel ama hep bir koşuşturma içerisinde oluyor. Sürekli sunum yapmak için dokümanlar hazırlamam gerekiyor. Bunun için yaptığım seyahatlerin çok tadını alabildiğimi sanmıyorum.

Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz, anlatır mısınız?

Akşam saat kaçta yatarsam yatayım, 06.00’da kalkarım, 07.00’da evden çıkarım. 07.20- 07.30 gibi hastanede olurum. Bu, 35 yıldır böyle. Saat kurmam, biyolojik saatim beni uyandırır. Genellikle, 07.30-09.00 arası benim için günün en verimli saati olduğundan yazılar, mailler, imzalanacak evraklarla ilgilenirim. 09.00’dan sonra, hastaların vizitini yaparım. Daha önce ameliyat ettiğimiz hastaların ve ameliyatını yapacağımız hastaların kontrollerini yaparım. İlgi alanım retina olduğu için, hastalarımın yüzde 90’ı cerrahi veya medikal olarak retina ve uvea hastalıklarından oluşuyor. Artık, tam zamanlı olarak çalıştığım için akşam 17.00 -17.30 gibi evde oluyorum. Evde de aynı şekilde literatür tarama, internetteki çalışmaları takip etme gibi faaliyetlerle zamanımı geçiriyorum. Sosyal hayatıma yönelik bir faaliyet olarak yalnızca kitap okuyabiliyorum.

Ne tür kitaplar okuyorsunuz? Tıp kitapları mı?

Tıp dışı kitapları okuyup, biraz kafamı dinlemeyi tercih ediyorum. Her türlü biyografileri ve politik kitapları okuyorum. Bugünlerde, Amerikalı yazar ve düşünür Noam Chomsky’nin “Dünyayı Kim Yönetiyor?” isimli kitabını okuyorum. Dünyanın kimin yönettiğine değişik bir bakış açısıyla yaklaşıyor.

Akademik çalışmalarınıza dönersek, son dönemde yaptığınız yeni projeler vs. var mı?

Kliniğimizde retina ve üveitle ilgili 16 uluslararası çalışma sürdürülüyor. Çalışma süreci şöyle işliyor: Protokol geliyor ve bu projeyi yapıp yapamayacağımızı bize soruyorlar. Daha sonra ise bir fizibilite raporu yolluyorlar. Bu çalışmaların yürümesi için gerekli olan alt yapının olup olmadığı kontrol ediliyor. Daha sonra, kaç denek taahhüt edildiğini, kliniğinizin kapasitesini, bilimsel özgeçmişinizi ve yayınlarınızı sunuyorsunuz. Uygun görülmesi durumunda, araştırmacı olarak projeye başlamak için protokolü inceliyoruz. Ardından, üniversite ile sağlık bakanlığının etik kurulundan izin alınması ile gerekli idari diğer tüm prosedürleri tamamlayarak çalışmaya başlıyoruz. Bu projelerin sonucunda, buluşu yapılabilecek bir ilaç veya aletin patentini alma olasılığı söz konusu olduğu için gizlilik anlaşması imzalanıyor. Bu çalışmalarımızda, kliniğimiz için hazırlanan gönüllü onam formlarımızı okuyarak kabul eden gönüllüler yer alıyor.

O zaman, elinizde çok güçlü projeler olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet tabii. Bu güçlü projelerden patentli yeni inovatif ürünler elde edilebilir. Bu çok uzun bir süreci alıyor. Bir ilaç örneği vermem gerekirse, araştırmanız 10 bin molekülle başlar ama bunlardan ancak bir tanesi eczane rafında kendine yer bulabilir. Ayrıca, çalışma çerçevesinde hayvan, insan, toksisite, farmakokinetik, doz deneyleri
ve klinik araştırmalar gibi aşamalar devreye girdiğinde, ilacın eczane rafına gelmesi için ortalama 10-12 yıl civarında bir süre gerekir. Bunun yanı sıra asistanlarımıza verdiğimiz uzmanlık tezlerimiz söz konusu. Klinikte retina cerrahisi, medikal hastalıkları ve üveitlerle ilgili çalışmalar var. Şu anda konuları çok farklı olan üç tezi biz yürütüyoruz.

Kök hücreyle ilgili çalışmalarınız var mı?

Üniversitemizde bir kök hücre laboratuvarı bulunuyor. Kök hücre laboratuvarında, öğretim üyesi olarak retina hastalıklarında kök hücre dersini veriyorum. Kök hücre dünyada henüz tam bir noktaya varabilmiş değil. Kök hücre, şu anda iki hastalıkta çok deneniyor. Biri yaşa bağlı makula dejenerasyonu diğeri de Stargardt, retinanın herediter olan bir hastalığı. Bu tip çalışmalar, araştırma izni verilmiş ancak iki, üç klinikte yapılabiliyor. Ülkemizde göz açısından bu konu henüz emekleme safhasında. Kök hücreyle ilgili yönetmeliklerin ve yasal düzenlemelerin ve GMP, GCP dediğimiz kuralların da idare tarafından ortaya konulması gerekiyor. Kök hücre çalışmaları ilerisi için çok umut vaat eden bir alan ancak çok erken davranışlarla hastaları boş yere umutlandırmamak lazım.

Türk oftalmoloji sektörünü nasıl görüyorsunuz, değerlendirme yapabilir misiniz?

Türkiye’de oftalmolojinin dünya genelinde oldukça iyi bir yerde olduğuna inanıyorum. Doktorlarımızın bilimsel donanımları yönüyle yabancı meslektaşlarından eksik bir yanları yok. Özellikle, akademik alanda görev yapan doktorlarımız iyi okuyor, literatür takip ediyorlar. Derneğin görevleri arasında son gelişmeleri takip ederek, doktorları bilinçlendirmek ve mezuniyet sonrası eğitimi hemen tümüyle üstlenmek yer alıyor. Derneğimizin sekiz şubesi ve bilimsel birimleri bulunuyor. Bu kanallarımız aracılığıyla, yılda yedi-sekiz bilimsel toplantı yapıyoruz. Ayrıca, her şube aylık bilimsel toplantı planını oluşturuyor. Ulusal Kongremiz ise Ekim veya Kasım aylarında gerçekleşiyor. Türkiye’deki göz hekimleri yurt dışındaki kongrelere oldukça ilgililer. Sağlık Bakanlığı her ne kadar katılım açısından sıkıntılar getirse de bu kongreleri herkes ilgi alanına paralel olarak özenli bir şekilde takip ediyor. Bu çerçevede, Türk oftalmolojisinin yurt dışına göre, daha geri düzeyde olmadığını söyleyebilirim. Uluslararası bilimsel çalışmalarda daha erken dönemlerde yer alınmaması, tek eksiğimiz. Bu kapsamda, Faz 1-2 çalışmalarında çok fazla yer alamıyoruz. Daha çok Faz 3-4 niteliğindeki araştırmalarda bulunuyoruz. Uluslararası bilimsel çalışmalara daha
çok ağırlık vermemiz gerekiyor.

Gelecekte Türk oftalmoloji sektörü nerede yer alacak?

Oftalmoloji özellikle retina ve uvea hastalıklarında yeniliklere ve gelişmelere çok açık bir branş. Bu alanda, karşılanmamış tıbbi ihtiyaç dediğimiz durum mevcut. Bunun için de tüm dünyada araştırmalar, bu konulara daha çok yöneldi. Toplumlar yaşlanıyor ve yaşlılık hastalıkları ön plana çıkıyor. Bunların başında diyabet, makula dejenerasyonu, damar tıkanıklıkları gibi hastalıklar geliyor ki bunların hepsi retina şemsiyesi altında yer alıyor. Bu kapsamda, yurt dışında ve birçok klinikte bu alanda çalışmalar yapılıyor.

TOD geçmişinizden bahseder misiniz?

1982 yılında Türk Oftalmoloji Derneği Ankara Şubesi’ne asistanken üye oldum. Daha sonra şubede yönetim kurulu üyeliği, genel sekreterlik, şube ve ulusal kongre başkanlıkları görevlerini yaptım. 1997-1999 yılları arasında yönetim kuruluna ilk kez girdim. Daha sonra, 1999-2003 yılları arasında Opr. Dr. Sunay Duman’ın genel başkanlığında, 2007-2009 yılları arasında da Prof. Dr. Berati Hasanreisoğlu ve Prof. Dr. Nevbahar Tamçelik’in Genel Başkanlığı’nda Genel Sekreterlik görevini üstlendim. 2011-2013 yıları arasında, merkez yönetim kurulu üyesi olarak dernekte görev yaptım. 24 Kasım 2013 yılında yapılan olağan genel kurulda ise TOD Genel Başkanı seçildim.

TOD başkanlığınız süresince yeni proje, planlarınız olacak mı?

Öncelikle, göz hastalıkları uzmanlığı biraz erozyona uğradı. Özellikle, uygulanan paket fiyatlar ile 24 Mart 2013 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) kapsamındaki uygulamalar bizleri rencide ediyor. SUT kapsamında, aile hekimliğinden sonra

en küçük hak edişlere ve ücretlere sahip branş göz hastalıkları olarak belirlenmiş. Bunun değişmesi için bir çaba sarf ediyoruz ama kolay olmuyor; çünkü bu konunun sağlık, çalışma, sosyal güvenlik ve maliye bakanlıklarını ilgilendiren yönleri var. Özellikle, doktorlarımızın sundukları hizmet karşılığında hak ettikleri ücreti almalarını istiyoruz. Bunun yanı sıra, eğitim çalışmalarımız ve yurt dışı ilişkilerimiz mutlaka sürecek. Kongrelerimizin bilimsel düzeyinin çıtasını daha da yükseltmeye ve genç arkadaşlarımızın motivasyonunu artırmaya çalışıyoruz.

Uzmanlaşmak isteyen doktorlara tavsiyeleriniz var mı?

Araştırma görevliliği süreçlerini bitirip, göz hastalıkları uzmanı olduktan sonra, üst ihtisas yapmak istedikleri dalda muhakkak bir yurt dışı tecrübe edinmeleri gerekiyor.

Türkiye’de sağlık alanında teknolojinin iyi kullanıldığı söylenebilir mi?

Kamu kuruluşlarında bir takım yasaların getirdiği kısıtlamalar nedeniyle teknoloji yeterince kullanılamıyor. Özellikle büyük üniversitelerin hastaneleri bugün büyük borç içerisinde. Borç büyük olunca da yüksek teknoloji cihazlara erişim de o ölçüde yavaş oluyor; çünkü hastane idareleri öncelikle borç kapatmaya, borçtan kurtulmaya çalışıyor. Bu açıdan özel sektör, teknolojiye ulaşma konusunda daha şanslı.

Ophthalmology Life 2014 20. Sayı